27 Ocak 2011 Perşembe

Sonu Hazin Küçük Bir Öykü

Her sonbahar gelişinde dökülür yapraklar birer birer, her biri bir tarafa savrulur...

"Hazan mevsimi, doğanın da ölüm mevsimidir" derler... "Elveda zamanı, hüzün mevsimi, ayrılık mevsimidir" derler. Oysa ben mevsimler içerisinde en çok sonbaharı severdim bir zamanlar. Uçurum kenarlarında açan sarı sarı çiçekleri ve çiçekler arasında düşme tehlikesiyle de olsa uzanıp kokusunu içime çekerdim yudum yudum, nefes nefes... Hayatın bütün derinliğini, dinginliğini, gizini orada ve onlarda bulurdum...

Dalından ayrı düşen her yaprağın hüznünü yaşıyorum şimdi ey hayat! Sararmış, gazel olmuş, solmuş ve rüzgarın önünde savrulan yaprakların hüznünü... Gönlümde sonbahar rüzgarları esiyor, şarkılar daha bir içli çalıyor şimdi, gönlüm yorgun, gönlüm küs, gönlüm suskun... Boğazımda düğüm düğüm hasret, bulut bulut gözlerimde çakıyor şimşekler...

Gurbetten gurbete savrulan insanların iç acısını duyuyorum içimde her sonbahar gelince... İçimden kopan her duygu kırıntısı yüreğime batıyor...

Yapraklar gibiyim ben de ey hayat, her sonbaharın gelişiyle beraber bende sonbaharı yaşıyorum, sonunda ilkbaharın müjdesi olsa da... İlkbaharda çayırlar yeniden yeşillenip, ağaçlar filiz sürse de, çiçekler yeniden süslesede dağları, kırları, ovaları. Ben hep güzdeyim...

Her baktığımda soluk sarı yapraklar gibi duruyor aynalarda ki yüzüm, içim, dışım sonbahar ey hayat. Bütün anılar yaprak yaprak sokaklara dökülmüş. Kardan bir kefenle kocaman bir dağ gibi gelip oturmuş göğsümün üzerine hüzün... Yorgunum, çok yorgun ey hayat, vefasız dünyanın ihaneti beni bitirdi...

Bilirim ne yapsamda bir sonbahar yaprağına yazgılıyım, değiştiremiyorum yazgımı... Acılara, hüzünlere, sevdalara, sararmış yaprakların rüzgardan savruluşuna yazılmış adım neylersin. Terkedilmiş evlerin hanelerine, yıpranmış defterlerin sayfalarına yazılmış adım...

Bilirim sonbaharların sarı kaderine yazılmış sonu hazin küçük bir öyküyüm ben, kimselerin açıp okumadığı bir kitapta; üzerine hüzün tozları serpilmiş kederli gecelerin sonbahar rüzgarlarıdır belki de; bütün bu yaşadıklarım... Ki, sonbahar yaprakları gibi dökülüp, dökülüp savrulup gidiyor ömrüm elimden...

Yalnızlığın en derin uçurumuna yaslanmış kalmışım yangın yüreğimle ey hayat. Sonunda gücüm tükenip düşeceğim belki ya da kendi yüreğimden taşınıp gideceğim kimsenin bilmediği, ulaşamadığı, uğramadığı bir yüreğe...

Varsın karanlık geceler yokluğuma ağıt yaksın, sahte sevgilerle avutsun hicranımı zaman...

Kaç yıldır ki, yaşamın uğramadığı mezarlıklar gibiyim, içime binlerce ölü gömülü. Dolaşıp duruyorum ağaçların dökülmüş yaprakları arasında, sonbaharın sarı soluk yüzüne sürüyorum yüzümü yaprak yaprak... Ağaçlara baktıkça nedenini bilmediğim ama acısını duyduğum sararmış hüzünler kaplıyor içimi.

Bilmem bu kaçıncı çığlığımdır ey hayat, sesimi duyuramadığın. Bilmem bu kaçıncı imdat...

Şimdi vurulmuş bir kuş kanadı gibi duygularım, sığınacağım dal da yok. Yıpranmış, paralanmış eski bir giysi gibi duruyor üzerimde ömrüm... Her ihanet onulmaz bir yara açtı yüreğimde, ne yapsam durmuyor kanama. Kahretsin...

İçimin yaşayan sevinçli yanını öldürdüler ey hayat, hüzne bulandı her yanım, ben ki sevinç rüzgarları doluydum bir zamanlar sevgi dağlarında, sevgi eserdim gece gündüz yüreklere, yüreklerden dağlara, ormanlara, sokaklara. Şimdi ihanetin kara bulutları kaplamış göğümü, güneşli günlere hasretim ey hayat...

Ellerine kapanıyorum şimdi, anla beni, al beni... Bir sonbahar yaprağı gibi bekletme son yaprakta. Bırak alıp götürsün beni sarı yapraklarıyla sonbahar rüzgarları, yapraklar gibi savurup savurup götürsün uzaklara...

Bir varmış bir yokmuş diye başlar bütün masallar. Ellerim soğuk şimdi üşüyorum, bedenim,dudaklarım buza dönmüş...

Yokum say beni ey hayat, doğmamış gibi... Sayki hiç yaşamadım, tatmadım, acıyı, ihaneti. Masalım da olmadı sonu mutlulukla biten. Gökten üç elma düşmesini beklemiyorum artık, yorgunum ey hayat, yorgun...

21 Ocak 2011 Cuma

Flickr

Flickr üzerinden, Blogger'e gönderilen otomatik bir test mesajıdır.
This is a test post from flickr, a fancy photo sharing thing.

Hazin Gül

Hasrete mahkumdur yüreğim,
Arar dururum, vardır bilirim.
Zemheri yüreğime, yaz beklerim.
İlk son farketmez, baharla beklerim.
Nidasında tanırım.
Güllerin açma mevsimi derim.
Ücra köşelerde güneşi serperim.
Lal olmaktan çıkar yüreğim.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Hazin Aşklar Durağı

O keskin bir bıçak gibi lime lime eden notaların,
Karlar altında ıslak,
Gözlerindeki nefretten aşk fışkıran ıstıraplı aşkların failleri.
Murat'lar, Nazlı'lar, Ferhat'lar, Kays'lar, Şirin'ler...
Leyla'sını arayan her yüreğin biçare feryatları...

Yeşilçam'dan yükselen gerçek aşkların kokusuyla kendinden geçmiş,
En hazin aşkların, en zavallı aşıkların,
Göz yaşlarıyla yıkanmış bir mazinin, bir düşün failiyiz.
Sevdanın gözlerde nasıl can bulduğunu,
Kinin aşka nasıl dönüştüğünü biliriz.
Aşkın kine dönüştüğüne de şahit olmuştur gözlerimiz.
Öylesi aşklar ki yıllarca ardından taşımıştır hüznünü.

Kedere karışmış bir yazgının,
Hüsrana bulaşmış çığlıklarıyla uyandığımız da çok olmuştur.
Kabusların karanlığında keman sesleri.
Islık ıslık rüzgarlarda haykıran feryat.
Uzayan bekleyişlere yağan yağmur,
Zeytin karası bir geceden yükselen alevler,
Aşka adanan her can, her heyecan.

Bıraktım gündüz gözüyle düş görmeyi.
Uyanalı o kadar zaman geçti ki rüyalarda kaldı saadet.
En acısından bir kederi işlediler bedenime.
Sökülmeyecek, koparıp atılmayacak bu illet.
Kıyamete dek peşimden gelecek kara bir gölge gibi.
Adımlarımı izleyecek karış karış.

Manasız bakışlarında kasırgalar estiren güzel.
Dudak büküşlerinde zelzeler yaratan,
Hasretiyle saçlar başlar ağartan,
Bir yüreğin en gizli köşesinde yatan güzel.

Yağmurlar döndü yurda, tek senden yok haber.
Bitmekteyim her lahza,ölmekteyim.
Ne olur hadi,ses ver!
Ses ver, ne olur, ne olur!